F.Bülend Özaydınlı Konuşma Metni
Basın ve finans dünyamızın değerli temsilcileri ve
Sevgili çalışma arkadaşlarım,
"Günaydın!"
"Hoş geldiniz!"
Hepimizin tanık olduğu gibi, Türkiye yine çok önemli değişim ve belirsizlik günleri
yaşıyor ve biz yine sizlerle birlikteyiz. Anlaşılıyor ki, sekizincisini düzenlediğimiz
"medyayı ve kamuoyunu bilgilendirme toplantılarının" zamanlamaları Türkiye'mizin
hep olağanüstü dönemlerinde gerçekleşecek!
Bu toplantımızın içeriğini üç ana bölümden oluşturduk:
Birinci bölümde Türkiye'nin gündemi konusundaki düşüncelerimizi sizlerle
paylaşacağız.
İkinci bölümde, mevcut konjonktür içinde fırsat ve çözüm önerilerimizi ortaya koymayı
hedefliyoruz.
Üçüncü bölümde ise, Koç Topluluğu'ndaki önemli gelişmeleri ve ana göstergeler
hakkındaki bilgileri size aktaracağız.
ÜÇÜNCÜ DEĞİŞİM DÖNEMİ
Değerli arkadaşlarım,
Cumhuriyet tarihimize baktığımızda Türkiye'nin üç önemli değişim dönemi yaşadığını
görürüz.
Birinci değişim dönemi, 1950'lerdeki çok partili siyasi sistem ve katılımcı
demokrasinin yanısıra devletçi ekonomiden uzaklaşmanın başladığı geçiş dönemidir.
İkinci değişim dönemi, 1980'lerde liberal ekonomi kuralları, rekabet ve serbest piyasa
sistemi ile dışa açılma sürecinin başladığı dönemdir.
Her değişim sürecinde olduğu gibi bu değişim süreçlerinin hepsinde sancılar
yaşanmış, rahatsız, tartışmalı ortamlardan geçilmiştir.
Ancak tüm tartışmaların sonucunda Türkiye çağdaş dünyaya uyum sağlama yolunda
önemli ilerlemeler kaydetmiştir.
İçinde bulunduğumuz dönem üçüncü değişim dönemidir. Yine sancılı ve
tartışmalı bir değişim sürecinin henüz başındayız. Türkiye bu kez küreselleşen
dünyanın gereklerini yerine getirerek Avrupa kulübünün asil üyeleri arasındaki yerini
almak, Avrupa ülkelerinin uyguladığı siyasi ve ekonomik normları benimsemek istiyor.
Türkiye artık sorunlarını ertelemek istemiyor.
Türkiye uzun yıllardır birikmiş sorunlarını erteleyerek bugünlere gelmiş ve geçtiğimiz
yıl tarihinin en ağır krizlerinden birisini yaşamıştır. Temel kararların alındığına ve
çözüm yolları üzerinde toplum olarak görüş birliğine varıldığına siyasilerimizin
söylemlerine bakarak inanmak istiyoruz.
Türkiye'nin tekrar; üreten, ürettiğini tüketen ve ihraç eden, kaynak yaratan,
ürettiği için istihdam yaratan, topladığı vergiler ile giderlerini karşılayabilen bir
ülke olacağının bundan böyle tartışılmaması gerektiğine inanıyoruz. Üretmeden
borçlanarak tüketme alışkanlığımızı sürdürmemiz olası değildir.
Geçtiğimiz 30 yılı bir kez de rakamlarla değerlendirmek gerekirse;
Milli gelir büyümesi, 1970 - 1979 yıllarında ortalama %4.8 iken, 1980 - 1989 yıllarında
%4.0'e ve 1990 - 2001 yıllarında da %3.2'ye düşmüştür.
Tüketici fiyatlarındaki enflasyon oranı ise, 1970 - 1979 yıllarında ortalama %24 iken,
1980 - 1989 yılları arasında %50'ye ve 1990 - 2001 yıllarında ise %75'e yükselmiştir.
Türkiye'de bir dönem -hatta bazı çevrelerce hala- yüksek enflasyonun, hızlı
büyümenin sineye çekilmesi gereken maliyeti olduğu görüşü savunulmuştur. Son 30
yılın değerlendirilmesine bakıldığında bunun doğru olmadığı görülmektedir.
Sürdürülebilir bir büyüme ancak düşük enflasyon ve fiyat istikrarı ile olasıdır.
İLK FARKLI ADIM
Üçüncü değişim döneminde atılan adımların önceki değişim dönemlerinde atılan
adımlardan daha güçlü olduğu kanısındayız.
Türkiye geçirdiği ağır ekonomik krizin ardından hızlı bir şekilde yapısal reformları
gerçekleştirebilme becerisini göstermiştir. Yapısal reformların özüne baktığınızda çok
önemli bir unsur göreceksiniz: Eğer bu reform yasaları ciddi bir şekilde uygulanırsa, ki
uygulanmalıdır, önümüzdeki dönemde siyasetin ekonomi üzerindeki etkisi azalacak,
devletin düzenleyici ve denetleyici özellikleri ön plana çıkacaktır. Yani ekonomi siyasi
çalkantılardan uzak, kendi dinamikleri içinde çalışabilecektir.
Örneğin;
Merkez Bankasının özerkleştirilmesi,
Kamu Bankalarının özerkleştirilmesi,
Enerji, Telekom gibi kamu hizmetlerinin yönetimlerinin özerk kurumlara
devredilmesi,
Kamu borçlanma yasası,
Devlet ihale kanunu,
vb. gelişmeler yılların rahatsızlıklarına kalıcı çözüm getirecek kararlardır.
Alkışlanması gerekir. Çünkü siyasetin ekonomi üzerindeki etkilerini azaltıcı bu
kararları alanlar siyasetçilerimizdir.
Önümüzdeki dönemde siyasiler, popülist yaklaşımlar ile Türkiye'yi verimsiz
yatırımlara sürükleyemeyecek, kamu kaynaklarını kullanarak siyasi gelecek
arayamayacaktır. Belki bu gelişmeler bugünden yarına olmayacak ama, kararlar
tetiklendiğine göre bir süreç içinde mutlaka gerçekleşecektir.
Kamunun küçültülmesi yolu ile bütçe açığının kapatılarak borçların azaltılması kararı
da alkışlanacak bir başka gelişmedir.
AB ile uyum yasalarının ise Avrupa'yı şaşırtan bir hız içerisinde Parlamento'dan
geçirilmesi de mevcut milletvekillerimizin ve Hükümetimizin ciddi bir diğer başarısı
olarak görülmelidir.
Türkiye'nin ekonomik kriz çerçevesinde gösterdiği bu duyarlılık, uluslararası finans
çevrelerinden kaynak desteği ile karşılık görmüş ve Türkiye'miz uçurumdan
dönmüştür.
Türkiye tüm bu çabalarının sonunda kronik yüksek enflasyonu ve reel faizleri kalıcı
şekilde düşürmek, istikrarlı bir döneme girerek ekonomi için bir güven ortamı
oluşturmak istemektedir. Bu konuda da görüş birliği vardır.
Özet olarak Türkiye'nin önü teorik olarak açılmıştır.
RAKAMLARI DOĞRU OKUMAK GEREKİR
Son dönemin ekonomik göstergeleri incelendiğinde uygulanan ekonomik programın
yavaş yavaş meyvelerini vermeye başladığını görmekteyiz. Şöyle ki:
Yıllık enflasyon, Ağustos sonu itibariyle TEFE'de %44, TÜFE'de %40'a gerilemiştir.
Uzun yıllardan beri ilk defa yılbaşında açıklanan hükümet hedeflerine ulaşılması olası
görülmektedir. Bugün açıklanacak olan Eylül ayı rakamları ile enflasyon seviyesinin
biraz daha gerilemiş olacağını tahmin ediyoruz.
- Milli gelir ilk 6 ayda % 4,7, sadece ikinci çeyrekte % 8,8 oranında büyümüştür.
Ancak bu büyüme günlük hayatımıza henüz istenen düzeyde yansımamıştır. Büyüme
esas olarak stok artışı ve ihracattan kaynaklanmış, özel tüketim harcamaları artışı
yılın ilk yarısında % 0,5 düzeyinde kalmıştır. Bu büyüme oranının kalıcı olup
olmayacağını önümüzdeki ayların rakamları gösterecektir.
- Yılın ilk sekiz ayında bütçe disiplini büyük ölçüde korunmuş ve yıllık faiz dışı fazla
hedefinin % 81'ine ulaşılmıştır. Bu hedefin de yıl sonuna kadar tutturulmasını
bekliyoruz.
- Krizden sonra ithalatın azalması ve ihracatın artması sonucunda 2001 yılı başında
27,5 milyar $ düzeyinde bulunan dış ticaret açığı, 2002 Haziran sonu itibariyle 10
milyar $ düzeyine gerilemiştir. Cari işlemler dengesi ise ilk altı ayda 650 milyon $ açık
vermiştir ve bu gösterge de hükümet hedefine uygundur. İhracat eylül ayında rekor
kırarak 3.3 milyar $'a ulaşmıştır. İlk dokuz aylık artış oranı da %12 olmuştur.
- Bir diğer olumlu ekonomik gösterge ise döviz kurundaki dalgalanmanın gittikçe
azalmasıdır. Ekonomideki tüm oyuncuların yeni kur rejimine uyum sağlamaya
başlamaları, döviz ve enflasyondaki artış beklentisinin toplumda yavaş yavaş ortadan
kalkmakta olduğuna işaret etmektedir. Son dönemlerde artan siyasal belirsizlikler
dahi kurlardaki dalgalanmayı artırmamıştır.
HER ŞEYİN BAŞI GÜVEN...
Bu nispeten olumlu ve iyimser gidişata rağmen, ekonominin hala çok hassas bir
dönemden geçtiği unutulmamalıdır.
- 2000 yılı sonunda % 6,3 olan işsizlik oranı % 9,6'ya yükselmiş ve toplam işsiz sayısı
2 milyon 200 bin kişiye ulaşmıştır.
- Kamu borcu, 61 milyar $'ı dış, 79 milyar $'ı iç olmak üzere toplam 140 milyar $'a
ulaşmıştır.
- İlk sekiz ayda vergi gelirlerinin %95'i faiz ödemeleri için kullanılmıştır. Enflasyondaki
gerilemeye rağmen reel faizler hala çok yüksek seviyededir.
- Tüm bu olumsuzlukların yanında dünya ekonomisinin de durgunluğa girmiş olması
başlı başına önemle değerlendirilmesi gereken bir diğer konudur.
- Irak'a yapılacak operasyon beklentileri ekonomideki belirsizlikleri artıran önemli
konulardan biridir. Devletimiz bu güne kadar Irak krizine yönelik saygın ve tutarlı bir
politika uygulamıştır. Bugüne kadar sürdürülen dış politikaların bundan böyle de
sürdürüleceğine inanıyoruz.
Siyasi istikrarsızlık görüntüsü ve programı uygulamada siyasi irade eksikliği,
ekonomi yönetimine olan güvenin sarsılmasına, faizlerin kontrolden çıkmasına
ve Türkiye'nin borcunun çevrilebilirliğinin yeniden sorgulanmasına sebep
olabilecektir. Buna bağımlı olarak dövizde artış ve enflasyon beklentisi oluşabilecek,
toplumda meydana gelen davranış değişikliği hızla tersine dönebilecektir. Yaklaşık 2
yıldır toplumca yaptığımız tüm özverili davranışlar boşa gidecek, başladığımız
olumsuz noktaya döneceğiz.
Bir çok defa yaşadığımız bu kabus gibi tabloyu bir daha görmek istemiyoruz.
ERKEN SEÇİM EN ÖNEMLİ FIRSAT
Bu çerçevede erken seçim Türkiye'nin önündeki en önemli fırsattır.
Seçim sonrası dost sohbetlerinde, kahve köşelerinde "ne olacak bu Türkiye'nin hali"
konuşmaları yapıp hayatı kendimize zindan edeceğimize, geleceğimize sahip çıkmalı
ve ülkemizi istikrara taşıyacak iktidarı belirlemeliyiz.
Oy vermek bu ülkenin geleceğini belirlemede en önemli fırsatımızdır ve
vatandaşlık görevimizdir. Kısacası oy vermeliyiz; Ülkemize, demokrasiye ve
rejimimize sahip çıkmalıyız. Oy vermeyenlerin daha sonra ülke sorunları
konusunda konuşma hakkı olmayacağı da unutulmamalıdır.
SEÇİM EKONOMİSİNDEN KAÇINILMALI
Değerli konuklar,
Hem ekonomimiz çok hassas bir dengede bulunmakta, hem de AB yolunda çok kritik
bir dönemden geçmekteyiz.
İşte bu sebeple seçim takvimi işlemesine rağmen mevcut hükümetimizin şu konulara
azami dikkat ve çaba göstermesi ülke çıkarları açısından en büyük dileğimizdir:
Ekonomik program, hiç aksatılmadan, hatta daha da geliştirilerek kararlılıkla
uygulanmalı, kamu harcamaları konusundaki disiplin seçim sürecinde de
korunmalı,
Çıkarılmış olan AB'ye uyum yasaları çerçevesinde ilgili uygulamalar
hükümetçe Aralık ayındaki Kopenhag Zirvesi'nde aleyhimize herhangi bir
kararın çıkmasına neden olmayacak şekilde titizlikle bir an önce yaşama
geçirilmelidir.
Ekonomik yangın kontrol altına alınmış ancak yangın henüz sönmemiştir. Her
an ters yönde esen bir rüzgar Türkiye'yi yeniden ciddi bir yangının içine
sürükleyebilir ve korkarız ki bu kez yangını kontrol etmek kolay olmayacaktır.
YABANCI SERMAYENİN YOLU AB'DEN GEÇER
Değerli konuklarımız,
AB ile bütünleşme; Atatürk'e borçlu olduğumuz laik ve demokratik
Cumhuriyetimizin tarihindeki en önemli fırsatlarından biri ve küreselleşme
yolunda ciddi bir adımdır.
Dünya hızla tek bir pazar görünümüne kavuşmakta, sermaye milliyetçiliğini
yitirmektedir. Ancak sermaye bir ülkeye gelirken daima alıştığı ve güven duyduğu
ortamlara yönelmekte; uzun vadeli istikrar, sağlam kurumsal altyapı ve ekonomik
avantajlar aramaktadır. AB üyeliğine adaylık ise yabancı sermaye için çok önemli bir
güvence kaynağıdır.
Tüm siyasi söylemlerden uzaklaşıp Türkiye'deki milli sermaye birikiminin
yetersiz olduğunu ve beklediğimiz, özlediğimiz büyüme için yabancı sermayeye
gereksinme duyduğumuzu kabul etmemiz gerekir. Yaşadığımız dönemde
sermayeyi milli ve yabancı olarak tanımlamak da aslında doğru değildir.
Bu noktada yabancı sermaye ve AB hakkındaki düşüncelerimizi sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Ülkemize yapılan her yatırım üretim demek, istihdam demek, vergi demektir.
Yatırımlar, en iyi üretim koşullarını sağlayan ülkelerde yapılmakta ve ürünler tüm ülke
pazarlarına bu ülkelerden dağılmaktadır. Son yıllarda orta ve doğu Avrupa ülkelerinin
Avrupa Birliği adaylığının kesinleşmesi sermayenin hızla bu ülkelere akmasına neden
olmuştur.
2000 yılında AB üyeliği kesinleşen;
10 milyon nüfuslu Çek Cumhuriyeti'ne 5 milyar $
Yine 10 milyon nüfuslu Macaristan'a 2 milyar $
39 milyon nüfuslu Polonya'ya 10 milyar $ yabancı sermaye yatırımı olmuştur.
AB üyesi ülkeler ise yabancı sermaye çekmek açısından avantajlarını
sürdürmektedirler. Aynı yıl;
39 milyon nüfuslu İspanya'ya 37 milyar $,
4 milyon nüfuslu İrlanda'ya 16 milyar $,
5 milyon nüfuslu Danimarka'ya 16 milyar $,
16 milyon nüfuslu Hollanda'ya 55 milyar $,
11 milyon nüfuslu Belçika/Lüksemburg'a ise 87 milyar $ yatırım yapılmıştır.
Aynı yıl Türkiye'ye yabancı sermaye girişi ise sadece 900 milyon $'dır. Oysa ki, 2000
yılında ABD'ye her iş günü giren yabancı sermaye 1 milyar $ olmuştur.
Son yıllarda peş peşe yaşanan krizler sonucu Türk iş dünyasında yatırım
yapacak yeterli sermaye birikimi kalmamıştır. Milli gelir ve gayrı safi milli hasılanın
artabilmesi artık yabancı sermayeli yatırımlara bağlıdır. AB'nin sağlayacağı bu
olanağı yakalamalıyız. Gerçekçi olmak gerekirse, kısa dönemde başka bir seçenek
görülmemektedir.
Diğer yandan AB'ye üye olan tüm ülkelerin refah düzeyi önemli ölçüde artmıştır.
Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya gibi ülkeler AB'ye üye olmadan önce fert başına
gelir açısından Türkiye ile hemen hemen aynı düzeydeydiler. Bu gün bu ülkelerin
birçoğunun kişi başına geliri 20.000 $'ı aşmış, en düşüğü bile 11.000 $'ı
yakalamışken bu rakam Türkiye'de 2.160 $'dır.
Aradaki fark çarpıcı olmaktan ötedir!
AB'nin bir kulüp olduğunu, bu kulübe üyeliğin bazı kurallara bağlı olduğunu sonunda
anladık ve AB uyum yasaları şaşırtıcı bir hızla parlamentomuzdan geçti. Ancak bu
yasaları hızla uygulama alanına sokarak samimiyetimizi kanıtlamak gerekmektedir.
Yoksa kağıt üzerinde kalmış yasaların kimseye yararı olmayacaktır.
AB ülkelerindeki hızlı gelişmenin arkasındaki nedenler: İstikrarlı, düşük enflasyon
oranlı, gelişmiş ve büyük bir pazara entegre olmak, mali yardımlar almak ve yoğun
yabancı sermaye akışıdır. Türkiye'nin de bu ortamı sağlaması zorunludur.
TÜRKİYE'NİN GÜNDEMİ
Seçim sonrasında güçlü bir hükümetin kurulması en büyük dileğimizdir.
Dünyanın hiçbir ülkesinde siyasi ortama bu kadar bağımlı, değişken bir ekonominin
varlığı düşünülemez. Siyasilerimiz sadece söylemleri ile Türkiye'yi bir gün bir yöne,
ertesi gün başka bir yöne yönlendirebiliyorlar. Bu değişken ve kaygan ekonomik
ortamda ülkemiz ekonomik açıdan en durağan dönemlerinden birini yaşamaktadır.
Biraz önce sözünü ettiğim ekonomide görülen makro iyileşmelere rağmen
ekonominin neden canlanmadığını ve bireysel yaşama bu makro iyileşmenin neden
aksetmediğini, yabancı sermaye girişinin neden durduğunu iyi analiz etmemiz
gerekir. İnsanlar ve şirketler halen geleceklerini net olarak göremiyorlar ve Türkiye'nin
istikrarlı bir döneme gireceğine inanmıyorlar. En azından bir beklenti içindeler. Özetle
geleceğe güven duymuyorlar; alınan kararların uygulanıp uygulanmayacağını
görmek, yaşamak istiyorlar.
Geçmişte olanlara da baktığımızda güven duymamakta haklı olduklarını görüyoruz.
Güven ortamının sağlanması tümüyle güçlü bir Hükümetin çıkarılan yasaları
kararlılıkla uygulamasından geçmektedir. Ekonomideki tüm oyuncular ancak
siyasilerin uygulamadaki kararlılığına bağlı olarak geleceğe güven ile
bakabileceklerdir.
Böylesine istikrar getirici bir ortama yönelinmesi yabancı sermayeyi de canlandıracak
ve ülkemize yönlendirecektir.
Önümüzdeki kısa dönem için görüşlerimizi özetleyecek olursak:
Yeni Hükümetimiz;
Uygulanmakta olan ekonomik programı sadece ince ayarlarla sürdürmeli ve
kontrol altına alınan yangını söndürmeli,
AB uyum yasalarına sadece sözle değil kararlı uygulamalar ve samimiyetle
sahip çıkmalı,
Kıbrıs sorununu ivedilikle çözmeli,
Kamunun ekonomi içindeki payını hızla küçültmeli,
Yasalar ile kurulan özerk kurulları çalıştırmalı,
Vergi tabanı genişletilerek, vergilerin düşürülmesi suretiyle Devletin vergi
gelirlerini artırmalı, kayıt dışı ekonomiye savaş açmalı,
Özelleştirme programını kısa zamanda gerçekleştirmeli,
Bankacılık sektörünü yeniden ekonomiye kazandırmalı,
Enflasyonu yükseltmeden, talep ve üretimi canlandırıcı önlemleri alabilmeli,
Sermaye piyasasını güvenilir ve yatırım yapılabilir bir ortama taşımalı,
Yerli ve yabancı sermayeyi yatırımlara özendirici önlemler almalı ve
İstihdam artışını engelleyici İş Güvencesi Yasası yürürlüğe girmeden işçi ve
işverenin birlikte hazırladıkları İş Kanunu Taslağını yasalaştırmalıdır.
Bu koşulların sağlanması ile Türkiye'nin hızlı bir büyüme sürecine gireceğine ve AB
standartlarını yakalayabileceğine inanıyoruz. Türkiye'nin bu tarihi fırsatı iyi
değerlendireceğini düşünüyoruz.
Türkiye'nin tramplenin ucundan güçlü bir hamle ile daha yukarılara
sıçrayacağına gönülden inanıyoruz.
KOÇ TOPLULUĞU'NUN ÖNCÜLÜĞÜ
Mart ayında sizlerle paylaştığımız stratejik planımızı da Türkiye'nin geleceğine
duyduğumuz inanç ile şekillendirmiştik.
Koç Topluluğu küreselleşme yolunda ve AB ile uyum konusunda Türkiye'de öncülük
yapmakta ve yabancı sermayeyi Türkiye'ye çekmek konusunda görevlerini yerine
getirmektedir.
Öte yandan gerektiğinde başka ülkelerde yatırımlar yapmak suretiyle yeni ufuklar
açmayı da sürdürmekteyiz.
Gelelim Koç Topluluğu ile ilgili gelişmelere.
Geçen toplantımızda sizlere stratejik planımızla ilgili detaylı bilgi vermiştim.
Şimdi de sizlere bu doğrultuda attığımız önemli adımlar ve gelişmeler hakkında bilgi
vermek istiyorum.
Dayanıklı Tüketim Grubumuzdaki strateji, daha evvel de size bahsettiğim
gibi, yurtiçinde liderliği sürdürürken yurtdışında da fabrika ve marka alarak
büyümek ve Avrupa'nın en büyük üreticilerinden biri olmaktır.
- Arçelik, bu plan doğrultusunda Almanya'daki Blomberg, Avusturya'daki
Elektra Bregenz ve Romanya'daki Arctic şirketleri ile İngiliz Leisure ve Flavel
markalarını bünyesine katmıştır. Arçelik bu satın almalarla, Elektra Bregenz'in
Tirolia markası dahil, altı yeni markayla birlikte Almanya, Avusturya, Belçika,
İngiltere, Danimarka, Hollanda, Romanya ve Doğu Avrupa ülkelerinde ilave
pazar payı ve yıllık 250 milyon €'dan fazla ciro kazanacaktır. Arçelik bu
stratejisi ile, yurt dışı pazarlarda "pazar payı satın alan" bir Türk şirketi
olmuştur.
- Beko Elektronik ise Avrupa'nın en önemli markalarına televizyon üretimine
devam etmektedir. Bu şirketimizin toplam üretimi 4 milyon adede ulaşacak ve
Beko Elektronik bu yıl Avrupa'nın üçüncü büyük televizyon üreticisi
konumuna gelecektir.
Yaptığımız plana göre Otomotiv şirketlerimizin Avrupa'nın üretim merkezi
olmasını ve iç piyasada liderliğini korumasını hedefliyoruz. Bu gruptaki
şirketlerimiz de bu plan doğrultusunda faaliyetlerine devam etmektedirler.
- Kocaeli'de 750 milyon € yatırımla kurulan yeni fabrikasında üretime başlayan
Ford Otosan, Transit Connect modeli ile Temmuz ayında ihracata başlamıştır.
Bu fabrikaya 2004 yılına kadar yapılacak 200 milyon € ilave yatırımla
kapasitemizi artırarak Belçika Genk'teki Transit üretimini Kocaeli'ne
kaydırmayı ve ihracatımızı sadece Ford Otosan'da yıllık 1.5 milyar €'ya
çıkarmayı hedefliyoruz.
- Tofaş, Nisan ayında yeni modelleri Albea ve Yeni Palio'yu, Haziran ayında
da Yeni Marea'yı pazara sunmuştur. Bu modellerin yanı sıra devam eden
ihracata yönelik modeller ile bu yılki ihracatın 750 milyon €, 2003 yılında da
800 milyon € olmasını bekliyoruz. Tofaş ürettiği Doblo marka hafif ticari araç
ile kalite ve fiyatta rekabet gücünü kanıtlamıştır. Tofaş'ın kapasitesi yeni bir
modelin daha üretilmesine izin vermektedir. Bu nedenle ihraç amaçlı olarak
Doblo'nun yanında yeni bir modelin daha üretimine geçilmesine çaba
harcanmaktadır. İç pazarın canlandırılması ile böyle bir olanağa
kavuşacağımıza inanıyoruz.
- Tüm tasarım ve mühendisliği Otoyol ekibi tarafından gerçekleştirilen ve
Otoyol'un Adapazarı fabrikasında üretilen yeni midibüs Iveco Eurobus Mayıs
ayında piyasaya sunulmuş ve kullanıcıların beğenisini kazanmıştır.
- Türk Traktör'deki mühendislerimizin yürüttüğü çalışmayla tasarlanarak
üretime alınan yeni seri traktörlerin lansmanı Nisan ayı başında yapılmıştır. Bu
traktörler New Holland ve Case markaları ile Dünyanın dört bir yanında
satılmaya başlanacaktır. Avustralya, Çin, ABD gibi ülkeleri kapsayan çok geniş
yelpazedeki pazarlara satışı gerçekleştirilecek olan bu traktörümüz dış
pazarlarda beğeni kazanmış ve 2003 yılı siparişi beklenenden %100
fazlasıyla gerçekleştirme aşamasındadır.
Perakende sektöründeki stratejimiz, yurtiçinde liderliği korurken, Rusya
başta olmak üzere yurtdışı pazarlarda da büyümeyi hızlandırarak lider
konumumuzu sürdürmektir.
Bu doğrultuda yatırımlarımız bu yıl da devam etmektedir. Yıl sonuna kadar
Migros'un yurt içi mağaza sayısı 445'e ulaşacaktır. Yurt dışında ise Migros
Ramstore adı altında yılbaşından bu yana 6 mağaza açmış olup yıl sonuna
kadar 6 yeni mağaza ve 2 yeni alışveriş merkezi açmayı hedeflemektedir.
Böylece toplam mağazalarımızın yurtdışında 27'ye, alışveriş merkezlerimizin
ise 6'ya ulaşmasını planlıyoruz.
Bu kapsamda yeni bir alışveriş merkezini daha Eylül ayında ortağımız Enka ile
birlikte açtık. Ayrıca Moskova'daki beşinci ve en büyük alışveriş merkezimizin
de temelini attık. 40 milyon € yatırımla tamamlanacak bu merkez yıl sonunda
hizmete girmiş olacaktır.
Mayıs ayında Avrupa'nın en verimli çalışan finans kuruluşlarından Unicredito
ile %50 ortaklık prensibine göre finans sektöründeki şirketlerimizi kapsayan bir
anlaşma imzaladık.
Koçbank bu ortaklık ile ülkemizin ihtiyacı olan uluslararası standartlardaki
hizmetleri geliştirerek özellikle perakende piyasasında hızlı büyümeyi
hedeflemektedir.
Bu anlaşma sadece Koç Topluluğu'na değil, ciddi bir yapısal değişim
geçirmekte olan Türk bankacılık sistemine de yabancı yatırımcıların
güvenini göstermesi bakımından önemlidir.
İnşaat Grubumuzda; Demirdöküm geçtiğimiz yıl ihracat yapmaya başladığı
Çin'deki potansiyeli görerek Çinli radyatör üreticisi Chung Mei ile Temmuz ayı
içinde bir üretim anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşmayla Demirdöküm çelik
radyatör üretimini Çin'e taşımaktadır. Kurulacak şirket önümüzdeki
dönemde Uzakdoğu'da Çin dışındaki diğer pazarlara da satış yapmayı
hedeflemektedir.
Bilgi Grubumuzun Türkiye'de bilişim sektöründe öncü olmayı hedeflediğini
daha önceki toplantımızda sizlere duyurmuştum. Türk Telekom ile birlikte
Bulgaristan Telecom'un özelleştirme ihalesine geçtiğimiz haftalarda girilmiştir.
Bu ihalenin lehimize sonuçlanması durumunda bu grubumuz da stratejik
planımız doğrultusunda önemli bir adım atmış olacaktır.
Diğer yandan bu grubumuz, tüketiciye en yakın topluluk olma yolundaki
temamız çerçevesinde CRM konusunda bir şirket kurarak, şirketlerarası
bilgi paylaşımı ve kişiye özel promosyon konusunda dünyada bir ilki
gerçekleştirecektir. Yakında bu yeni şirketimiz ile daha yakından
tanışacak ve yeniliklerini ilgi ile izleyeceksiniz.
Geçen toplantımızda sizlere bazı sektörlerden çekileceğimizi söylemiştim. Bu
doğrultuda Good Year şirketindeki hisselerimizi devir ettik ve otomotiv lastikleri
üretiminden çekildik. Ancak lastik dağıtımına Oltaş şirketimizde Continental
markası ile sürdürmekteyiz.
Yıl sonuna kadar Stratejik Planımıza uymayan 4-5 şirketten daha çekilmiş, 8
şirketimizde de birleşme aşamasına gelmiş olacağız.
Bu arada İstanbul Sanayi Odası'nın açıklamış olduğu 2001 yılı "Türkiye'nin 500
Büyük Sanayi Kuruluşu" araştırma sonuçlarını hatırlatmak istiyorum.
Geçtiğimiz yıl özel sektör sıralamasına göre, Tofaş Türk Otomobil Fabrikası birinci,
Arçelik ise ikinci sırada yer almıştır. Araştırma sonuçlarına göre Koç Topluluğu, 19
şirketi ile ciro, kâr, ihracat ve çalışan sayıları ile geçen yıllarda olduğu gibi
Türkiye'nin en büyük sanayi grubu olma özelliğini sürdürmüştür.
Görüldüğü gibi Koç Topluluğu olarak Türkiye'nin geleceğine olan güvenimiz
çerçevesinde ağır ekonomik krize rağmen yatırımlarımızı sürdürüyoruz. Geleceğe
güvenimizi sözler ile değil yapmakta olduklarımız ile ortaya koyuyoruz.
BAŞARILI BİR MALİ DÖNEM
Ağustos sonu itibariyle aldığımız sonuçlara bakacak olursak,
İMKB 30 endeksi; Türkiye ve Dünya'daki gelişmelere paralel olarak, 30 Eylül
itibariyle, yılbaşına göre € bazında %50, Koç Holding piyasa değeri ise %36
gerilemiştir.
Koç Topluluğu satışları ilk sekiz ayda 6,2 milyar € ile geçen yılın aynı
dönemine oranla % 8 artmıştır.
İhracatımız geçen yılın % 35 üzerinde 1,5 milyar €'dur, ihracatımızın yıl
sonunda ulaşacağı rakam 2.5 milyar € ile Türkiye'nin toplam ihracatının
yaklaşık % 8'i olacaktır.
Yurtdışı şirketlerimizin cirolarını da ilave edersek toplam yurtdışı satışlarımız
da geçen yılın % 30 üzerinde 1,8 milyar € olmuştur. Yıl sonu yurt dışı
satışlarımız ise 3.1 milyar € seviyesine yükselecektir. Yurt dışı satışlarımız yıl
sonunda toplam satışlarımızın %34'üne ulaşacaktır.
Geçen yıl zarar gösteren Topluluk vergi öncesi neticesi bu yıl 176 milyon €
kâra geçmiştir.
Geçen yılın aynı ayında 45,943 olan personel sayımız ise bu yıl 2,879 kişi
artışla 48,822'ye ulaşmıştır. (% 6,3)
Bu tabloda bahsettiğim tüm ciro ve kâr göstergeleri enflasyondan arındırılmış
Uluslararası Muhasebe Standartlarına göre hesaplanmıştır. Dolayısıyla
enflasyonun etkisiyle tablolara yansıyan ve gerçek olmayan kârların tümü
arındırılmıştır. Bu noktada tüm Türk iş dünyasının da benzer uygulamaya
geçerek Batı standartlarına yakınlaşmaya katkıda bulunmalarını diliyorum.
HALKA EN YAKIN TOPLULUK
Değerli Basın Mensupları,
Koç Topluluğu geçen toplantımızda sizlere aktardığım stratejik plan doğrultusunda
"tüketiciye en yakın topluluk" olarak, sürdürülebilir bir karlılık ile, dünyanın en büyük
200 şirketi arasına girme hedefine doğru ilerlemektedir.
Koç Topluluğu küreselleşen ekonomi içinde iyi bir oyuncu olmak çabasındadır ve tüm
çabalarımız Koç Topluluğu şirketlerinin Dünya'nın bu bölgesinde ciddi oyuncular
olmasını sağlamaktır.
Önümüzdeki dönemde Koç Topluluğu yeniden yapılanma sürecini adım adım
gerçekleştirecektir. Hedef her bulunduğumuz sektörde lider veya ikinci konumda
olabilmektir.
Bu nedenle Koç Topluluğu, güçlü olduğu sektörlerde odaklanacak ve büyüyecek;
daha az iddialı olduğu sektörlerde ise küçülecektir.
Ancak bu büyük değişimi yaparken bazı yönetim prensiplerimizden de hiçbir zaman
vazgeçmeyeceğiz.
İş etiği
Şeffaflık
Güvenilirlik
Profesyonellik
Kurumsal Vatandaşlık
gibi kavramlar bu topluluğun kuruluşundan beri varolan temel değerlerimizdir ve
kurucumuz Vehbi Koç'un bize bıraktığı en önemli mirastır.
Son dönemlerde önce Japonya ve Güney Kore gibi uzakdoğu ülkelerinde, sonra
Amerika Birleşik Devletlerinde bazı şirketlerde ortaya çıkan mali skandallar Kurumsal
Yönetişimin (Corporate Governance) önemini bir kere daha ortaya çıkarmıştır.
Türkiye'de bankacılık sektörünün geçirdiği büyük sarsıntı da buna başka bir örnektir.
Türkiye yakın bir zamanda tüm kurumlara biraz önce sözünü ettiğim prensiplere
uyma zorunluluğunu getirmek durumunda kalacaktır.
KENDİMİZE VE TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNE GÜVENİYORUZ
Koç Topluluğu,
İyi yönetişim (good governance) prensipleri gereği şeffaflık ilkemiz
doğrultusunda UMS standartlarını ülkemizde kanuni zorlama olmadan, gönüllü
olarak benimseyerek, iş sonuçlarını kamuoyu ile paylaşan ilk topluluk
olmuştur.
Yönetimde profesyonelliği benimsemiş ve 13 üyeli Koç Holding Yönetim
Kuruluna 3'ü uluslararası deneyim sahibi 7 profesyonel üye atamıştır.
Tüm sosyal ortaklara karşı duyduğu sorumlulukla tüm kurum ve kuruluşlara
örnek olacak şekilde yasalara ve etik kurallara kayıtsız şartsız bağlı kalmıştır.
Koç Topluluğu bu ilkeler sayesinde müşterileriyle, ortaklarıyla ve yatırımcılarla uzun
vadeli, güvene dayanan ilişkiler kurmuş, en zorlu ekonomik koşulların olduğu
dönemlerde bile yatırımlarına devam ederek 76 yıldır varlığını sürdürmüştür.
76 yıldır bu ilkelere bağlı kalarak, bugün de Türkiye'nin geleceğine güveniyoruz
ve bu gelecek için çalışıyoruz.
* Basın toplantısında sunulan prezantasyona erişmek için lütfen buraya tıklayınız.
Sevgili çalışma arkadaşlarım,
"Günaydın!"
"Hoş geldiniz!"
Hepimizin tanık olduğu gibi, Türkiye yine çok önemli değişim ve belirsizlik günleri
yaşıyor ve biz yine sizlerle birlikteyiz. Anlaşılıyor ki, sekizincisini düzenlediğimiz
"medyayı ve kamuoyunu bilgilendirme toplantılarının" zamanlamaları Türkiye'mizin
hep olağanüstü dönemlerinde gerçekleşecek!
Bu toplantımızın içeriğini üç ana bölümden oluşturduk:
Birinci bölümde Türkiye'nin gündemi konusundaki düşüncelerimizi sizlerle
paylaşacağız.
İkinci bölümde, mevcut konjonktür içinde fırsat ve çözüm önerilerimizi ortaya koymayı
hedefliyoruz.
Üçüncü bölümde ise, Koç Topluluğu'ndaki önemli gelişmeleri ve ana göstergeler
hakkındaki bilgileri size aktaracağız.
ÜÇÜNCÜ DEĞİŞİM DÖNEMİ
Değerli arkadaşlarım,
Cumhuriyet tarihimize baktığımızda Türkiye'nin üç önemli değişim dönemi yaşadığını
görürüz.
Birinci değişim dönemi, 1950'lerdeki çok partili siyasi sistem ve katılımcı
demokrasinin yanısıra devletçi ekonomiden uzaklaşmanın başladığı geçiş dönemidir.
İkinci değişim dönemi, 1980'lerde liberal ekonomi kuralları, rekabet ve serbest piyasa
sistemi ile dışa açılma sürecinin başladığı dönemdir.
Her değişim sürecinde olduğu gibi bu değişim süreçlerinin hepsinde sancılar
yaşanmış, rahatsız, tartışmalı ortamlardan geçilmiştir.
Ancak tüm tartışmaların sonucunda Türkiye çağdaş dünyaya uyum sağlama yolunda
önemli ilerlemeler kaydetmiştir.
İçinde bulunduğumuz dönem üçüncü değişim dönemidir. Yine sancılı ve
tartışmalı bir değişim sürecinin henüz başındayız. Türkiye bu kez küreselleşen
dünyanın gereklerini yerine getirerek Avrupa kulübünün asil üyeleri arasındaki yerini
almak, Avrupa ülkelerinin uyguladığı siyasi ve ekonomik normları benimsemek istiyor.
Türkiye artık sorunlarını ertelemek istemiyor.
Türkiye uzun yıllardır birikmiş sorunlarını erteleyerek bugünlere gelmiş ve geçtiğimiz
yıl tarihinin en ağır krizlerinden birisini yaşamıştır. Temel kararların alındığına ve
çözüm yolları üzerinde toplum olarak görüş birliğine varıldığına siyasilerimizin
söylemlerine bakarak inanmak istiyoruz.
Türkiye'nin tekrar; üreten, ürettiğini tüketen ve ihraç eden, kaynak yaratan,
ürettiği için istihdam yaratan, topladığı vergiler ile giderlerini karşılayabilen bir
ülke olacağının bundan böyle tartışılmaması gerektiğine inanıyoruz. Üretmeden
borçlanarak tüketme alışkanlığımızı sürdürmemiz olası değildir.
Geçtiğimiz 30 yılı bir kez de rakamlarla değerlendirmek gerekirse;
Milli gelir büyümesi, 1970 - 1979 yıllarında ortalama %4.8 iken, 1980 - 1989 yıllarında
%4.0'e ve 1990 - 2001 yıllarında da %3.2'ye düşmüştür.
Tüketici fiyatlarındaki enflasyon oranı ise, 1970 - 1979 yıllarında ortalama %24 iken,
1980 - 1989 yılları arasında %50'ye ve 1990 - 2001 yıllarında ise %75'e yükselmiştir.
Türkiye'de bir dönem -hatta bazı çevrelerce hala- yüksek enflasyonun, hızlı
büyümenin sineye çekilmesi gereken maliyeti olduğu görüşü savunulmuştur. Son 30
yılın değerlendirilmesine bakıldığında bunun doğru olmadığı görülmektedir.
Sürdürülebilir bir büyüme ancak düşük enflasyon ve fiyat istikrarı ile olasıdır.
İLK FARKLI ADIM
Üçüncü değişim döneminde atılan adımların önceki değişim dönemlerinde atılan
adımlardan daha güçlü olduğu kanısındayız.
Türkiye geçirdiği ağır ekonomik krizin ardından hızlı bir şekilde yapısal reformları
gerçekleştirebilme becerisini göstermiştir. Yapısal reformların özüne baktığınızda çok
önemli bir unsur göreceksiniz: Eğer bu reform yasaları ciddi bir şekilde uygulanırsa, ki
uygulanmalıdır, önümüzdeki dönemde siyasetin ekonomi üzerindeki etkisi azalacak,
devletin düzenleyici ve denetleyici özellikleri ön plana çıkacaktır. Yani ekonomi siyasi
çalkantılardan uzak, kendi dinamikleri içinde çalışabilecektir.
Örneğin;
Merkez Bankasının özerkleştirilmesi,
Kamu Bankalarının özerkleştirilmesi,
Enerji, Telekom gibi kamu hizmetlerinin yönetimlerinin özerk kurumlara
devredilmesi,
Kamu borçlanma yasası,
Devlet ihale kanunu,
vb. gelişmeler yılların rahatsızlıklarına kalıcı çözüm getirecek kararlardır.
Alkışlanması gerekir. Çünkü siyasetin ekonomi üzerindeki etkilerini azaltıcı bu
kararları alanlar siyasetçilerimizdir.
Önümüzdeki dönemde siyasiler, popülist yaklaşımlar ile Türkiye'yi verimsiz
yatırımlara sürükleyemeyecek, kamu kaynaklarını kullanarak siyasi gelecek
arayamayacaktır. Belki bu gelişmeler bugünden yarına olmayacak ama, kararlar
tetiklendiğine göre bir süreç içinde mutlaka gerçekleşecektir.
Kamunun küçültülmesi yolu ile bütçe açığının kapatılarak borçların azaltılması kararı
da alkışlanacak bir başka gelişmedir.
AB ile uyum yasalarının ise Avrupa'yı şaşırtan bir hız içerisinde Parlamento'dan
geçirilmesi de mevcut milletvekillerimizin ve Hükümetimizin ciddi bir diğer başarısı
olarak görülmelidir.
Türkiye'nin ekonomik kriz çerçevesinde gösterdiği bu duyarlılık, uluslararası finans
çevrelerinden kaynak desteği ile karşılık görmüş ve Türkiye'miz uçurumdan
dönmüştür.
Türkiye tüm bu çabalarının sonunda kronik yüksek enflasyonu ve reel faizleri kalıcı
şekilde düşürmek, istikrarlı bir döneme girerek ekonomi için bir güven ortamı
oluşturmak istemektedir. Bu konuda da görüş birliği vardır.
Özet olarak Türkiye'nin önü teorik olarak açılmıştır.
RAKAMLARI DOĞRU OKUMAK GEREKİR
Son dönemin ekonomik göstergeleri incelendiğinde uygulanan ekonomik programın
yavaş yavaş meyvelerini vermeye başladığını görmekteyiz. Şöyle ki:
Yıllık enflasyon, Ağustos sonu itibariyle TEFE'de %44, TÜFE'de %40'a gerilemiştir.
Uzun yıllardan beri ilk defa yılbaşında açıklanan hükümet hedeflerine ulaşılması olası
görülmektedir. Bugün açıklanacak olan Eylül ayı rakamları ile enflasyon seviyesinin
biraz daha gerilemiş olacağını tahmin ediyoruz.
- Milli gelir ilk 6 ayda % 4,7, sadece ikinci çeyrekte % 8,8 oranında büyümüştür.
Ancak bu büyüme günlük hayatımıza henüz istenen düzeyde yansımamıştır. Büyüme
esas olarak stok artışı ve ihracattan kaynaklanmış, özel tüketim harcamaları artışı
yılın ilk yarısında % 0,5 düzeyinde kalmıştır. Bu büyüme oranının kalıcı olup
olmayacağını önümüzdeki ayların rakamları gösterecektir.
- Yılın ilk sekiz ayında bütçe disiplini büyük ölçüde korunmuş ve yıllık faiz dışı fazla
hedefinin % 81'ine ulaşılmıştır. Bu hedefin de yıl sonuna kadar tutturulmasını
bekliyoruz.
- Krizden sonra ithalatın azalması ve ihracatın artması sonucunda 2001 yılı başında
27,5 milyar $ düzeyinde bulunan dış ticaret açığı, 2002 Haziran sonu itibariyle 10
milyar $ düzeyine gerilemiştir. Cari işlemler dengesi ise ilk altı ayda 650 milyon $ açık
vermiştir ve bu gösterge de hükümet hedefine uygundur. İhracat eylül ayında rekor
kırarak 3.3 milyar $'a ulaşmıştır. İlk dokuz aylık artış oranı da %12 olmuştur.
- Bir diğer olumlu ekonomik gösterge ise döviz kurundaki dalgalanmanın gittikçe
azalmasıdır. Ekonomideki tüm oyuncuların yeni kur rejimine uyum sağlamaya
başlamaları, döviz ve enflasyondaki artış beklentisinin toplumda yavaş yavaş ortadan
kalkmakta olduğuna işaret etmektedir. Son dönemlerde artan siyasal belirsizlikler
dahi kurlardaki dalgalanmayı artırmamıştır.
HER ŞEYİN BAŞI GÜVEN...
Bu nispeten olumlu ve iyimser gidişata rağmen, ekonominin hala çok hassas bir
dönemden geçtiği unutulmamalıdır.
- 2000 yılı sonunda % 6,3 olan işsizlik oranı % 9,6'ya yükselmiş ve toplam işsiz sayısı
2 milyon 200 bin kişiye ulaşmıştır.
- Kamu borcu, 61 milyar $'ı dış, 79 milyar $'ı iç olmak üzere toplam 140 milyar $'a
ulaşmıştır.
- İlk sekiz ayda vergi gelirlerinin %95'i faiz ödemeleri için kullanılmıştır. Enflasyondaki
gerilemeye rağmen reel faizler hala çok yüksek seviyededir.
- Tüm bu olumsuzlukların yanında dünya ekonomisinin de durgunluğa girmiş olması
başlı başına önemle değerlendirilmesi gereken bir diğer konudur.
- Irak'a yapılacak operasyon beklentileri ekonomideki belirsizlikleri artıran önemli
konulardan biridir. Devletimiz bu güne kadar Irak krizine yönelik saygın ve tutarlı bir
politika uygulamıştır. Bugüne kadar sürdürülen dış politikaların bundan böyle de
sürdürüleceğine inanıyoruz.
Siyasi istikrarsızlık görüntüsü ve programı uygulamada siyasi irade eksikliği,
ekonomi yönetimine olan güvenin sarsılmasına, faizlerin kontrolden çıkmasına
ve Türkiye'nin borcunun çevrilebilirliğinin yeniden sorgulanmasına sebep
olabilecektir. Buna bağımlı olarak dövizde artış ve enflasyon beklentisi oluşabilecek,
toplumda meydana gelen davranış değişikliği hızla tersine dönebilecektir. Yaklaşık 2
yıldır toplumca yaptığımız tüm özverili davranışlar boşa gidecek, başladığımız
olumsuz noktaya döneceğiz.
Bir çok defa yaşadığımız bu kabus gibi tabloyu bir daha görmek istemiyoruz.
ERKEN SEÇİM EN ÖNEMLİ FIRSAT
Bu çerçevede erken seçim Türkiye'nin önündeki en önemli fırsattır.
Seçim sonrası dost sohbetlerinde, kahve köşelerinde "ne olacak bu Türkiye'nin hali"
konuşmaları yapıp hayatı kendimize zindan edeceğimize, geleceğimize sahip çıkmalı
ve ülkemizi istikrara taşıyacak iktidarı belirlemeliyiz.
Oy vermek bu ülkenin geleceğini belirlemede en önemli fırsatımızdır ve
vatandaşlık görevimizdir. Kısacası oy vermeliyiz; Ülkemize, demokrasiye ve
rejimimize sahip çıkmalıyız. Oy vermeyenlerin daha sonra ülke sorunları
konusunda konuşma hakkı olmayacağı da unutulmamalıdır.
SEÇİM EKONOMİSİNDEN KAÇINILMALI
Değerli konuklar,
Hem ekonomimiz çok hassas bir dengede bulunmakta, hem de AB yolunda çok kritik
bir dönemden geçmekteyiz.
İşte bu sebeple seçim takvimi işlemesine rağmen mevcut hükümetimizin şu konulara
azami dikkat ve çaba göstermesi ülke çıkarları açısından en büyük dileğimizdir:
Ekonomik program, hiç aksatılmadan, hatta daha da geliştirilerek kararlılıkla
uygulanmalı, kamu harcamaları konusundaki disiplin seçim sürecinde de
korunmalı,
Çıkarılmış olan AB'ye uyum yasaları çerçevesinde ilgili uygulamalar
hükümetçe Aralık ayındaki Kopenhag Zirvesi'nde aleyhimize herhangi bir
kararın çıkmasına neden olmayacak şekilde titizlikle bir an önce yaşama
geçirilmelidir.
Ekonomik yangın kontrol altına alınmış ancak yangın henüz sönmemiştir. Her
an ters yönde esen bir rüzgar Türkiye'yi yeniden ciddi bir yangının içine
sürükleyebilir ve korkarız ki bu kez yangını kontrol etmek kolay olmayacaktır.
YABANCI SERMAYENİN YOLU AB'DEN GEÇER
Değerli konuklarımız,
AB ile bütünleşme; Atatürk'e borçlu olduğumuz laik ve demokratik
Cumhuriyetimizin tarihindeki en önemli fırsatlarından biri ve küreselleşme
yolunda ciddi bir adımdır.
Dünya hızla tek bir pazar görünümüne kavuşmakta, sermaye milliyetçiliğini
yitirmektedir. Ancak sermaye bir ülkeye gelirken daima alıştığı ve güven duyduğu
ortamlara yönelmekte; uzun vadeli istikrar, sağlam kurumsal altyapı ve ekonomik
avantajlar aramaktadır. AB üyeliğine adaylık ise yabancı sermaye için çok önemli bir
güvence kaynağıdır.
Tüm siyasi söylemlerden uzaklaşıp Türkiye'deki milli sermaye birikiminin
yetersiz olduğunu ve beklediğimiz, özlediğimiz büyüme için yabancı sermayeye
gereksinme duyduğumuzu kabul etmemiz gerekir. Yaşadığımız dönemde
sermayeyi milli ve yabancı olarak tanımlamak da aslında doğru değildir.
Bu noktada yabancı sermaye ve AB hakkındaki düşüncelerimizi sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Ülkemize yapılan her yatırım üretim demek, istihdam demek, vergi demektir.
Yatırımlar, en iyi üretim koşullarını sağlayan ülkelerde yapılmakta ve ürünler tüm ülke
pazarlarına bu ülkelerden dağılmaktadır. Son yıllarda orta ve doğu Avrupa ülkelerinin
Avrupa Birliği adaylığının kesinleşmesi sermayenin hızla bu ülkelere akmasına neden
olmuştur.
2000 yılında AB üyeliği kesinleşen;
10 milyon nüfuslu Çek Cumhuriyeti'ne 5 milyar $
Yine 10 milyon nüfuslu Macaristan'a 2 milyar $
39 milyon nüfuslu Polonya'ya 10 milyar $ yabancı sermaye yatırımı olmuştur.
AB üyesi ülkeler ise yabancı sermaye çekmek açısından avantajlarını
sürdürmektedirler. Aynı yıl;
39 milyon nüfuslu İspanya'ya 37 milyar $,
4 milyon nüfuslu İrlanda'ya 16 milyar $,
5 milyon nüfuslu Danimarka'ya 16 milyar $,
16 milyon nüfuslu Hollanda'ya 55 milyar $,
11 milyon nüfuslu Belçika/Lüksemburg'a ise 87 milyar $ yatırım yapılmıştır.
Aynı yıl Türkiye'ye yabancı sermaye girişi ise sadece 900 milyon $'dır. Oysa ki, 2000
yılında ABD'ye her iş günü giren yabancı sermaye 1 milyar $ olmuştur.
Son yıllarda peş peşe yaşanan krizler sonucu Türk iş dünyasında yatırım
yapacak yeterli sermaye birikimi kalmamıştır. Milli gelir ve gayrı safi milli hasılanın
artabilmesi artık yabancı sermayeli yatırımlara bağlıdır. AB'nin sağlayacağı bu
olanağı yakalamalıyız. Gerçekçi olmak gerekirse, kısa dönemde başka bir seçenek
görülmemektedir.
Diğer yandan AB'ye üye olan tüm ülkelerin refah düzeyi önemli ölçüde artmıştır.
Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya gibi ülkeler AB'ye üye olmadan önce fert başına
gelir açısından Türkiye ile hemen hemen aynı düzeydeydiler. Bu gün bu ülkelerin
birçoğunun kişi başına geliri 20.000 $'ı aşmış, en düşüğü bile 11.000 $'ı
yakalamışken bu rakam Türkiye'de 2.160 $'dır.
Aradaki fark çarpıcı olmaktan ötedir!
AB'nin bir kulüp olduğunu, bu kulübe üyeliğin bazı kurallara bağlı olduğunu sonunda
anladık ve AB uyum yasaları şaşırtıcı bir hızla parlamentomuzdan geçti. Ancak bu
yasaları hızla uygulama alanına sokarak samimiyetimizi kanıtlamak gerekmektedir.
Yoksa kağıt üzerinde kalmış yasaların kimseye yararı olmayacaktır.
AB ülkelerindeki hızlı gelişmenin arkasındaki nedenler: İstikrarlı, düşük enflasyon
oranlı, gelişmiş ve büyük bir pazara entegre olmak, mali yardımlar almak ve yoğun
yabancı sermaye akışıdır. Türkiye'nin de bu ortamı sağlaması zorunludur.
TÜRKİYE'NİN GÜNDEMİ
Seçim sonrasında güçlü bir hükümetin kurulması en büyük dileğimizdir.
Dünyanın hiçbir ülkesinde siyasi ortama bu kadar bağımlı, değişken bir ekonominin
varlığı düşünülemez. Siyasilerimiz sadece söylemleri ile Türkiye'yi bir gün bir yöne,
ertesi gün başka bir yöne yönlendirebiliyorlar. Bu değişken ve kaygan ekonomik
ortamda ülkemiz ekonomik açıdan en durağan dönemlerinden birini yaşamaktadır.
Biraz önce sözünü ettiğim ekonomide görülen makro iyileşmelere rağmen
ekonominin neden canlanmadığını ve bireysel yaşama bu makro iyileşmenin neden
aksetmediğini, yabancı sermaye girişinin neden durduğunu iyi analiz etmemiz
gerekir. İnsanlar ve şirketler halen geleceklerini net olarak göremiyorlar ve Türkiye'nin
istikrarlı bir döneme gireceğine inanmıyorlar. En azından bir beklenti içindeler. Özetle
geleceğe güven duymuyorlar; alınan kararların uygulanıp uygulanmayacağını
görmek, yaşamak istiyorlar.
Geçmişte olanlara da baktığımızda güven duymamakta haklı olduklarını görüyoruz.
Güven ortamının sağlanması tümüyle güçlü bir Hükümetin çıkarılan yasaları
kararlılıkla uygulamasından geçmektedir. Ekonomideki tüm oyuncular ancak
siyasilerin uygulamadaki kararlılığına bağlı olarak geleceğe güven ile
bakabileceklerdir.
Böylesine istikrar getirici bir ortama yönelinmesi yabancı sermayeyi de canlandıracak
ve ülkemize yönlendirecektir.
Önümüzdeki kısa dönem için görüşlerimizi özetleyecek olursak:
Yeni Hükümetimiz;
Uygulanmakta olan ekonomik programı sadece ince ayarlarla sürdürmeli ve
kontrol altına alınan yangını söndürmeli,
AB uyum yasalarına sadece sözle değil kararlı uygulamalar ve samimiyetle
sahip çıkmalı,
Kıbrıs sorununu ivedilikle çözmeli,
Kamunun ekonomi içindeki payını hızla küçültmeli,
Yasalar ile kurulan özerk kurulları çalıştırmalı,
Vergi tabanı genişletilerek, vergilerin düşürülmesi suretiyle Devletin vergi
gelirlerini artırmalı, kayıt dışı ekonomiye savaş açmalı,
Özelleştirme programını kısa zamanda gerçekleştirmeli,
Bankacılık sektörünü yeniden ekonomiye kazandırmalı,
Enflasyonu yükseltmeden, talep ve üretimi canlandırıcı önlemleri alabilmeli,
Sermaye piyasasını güvenilir ve yatırım yapılabilir bir ortama taşımalı,
Yerli ve yabancı sermayeyi yatırımlara özendirici önlemler almalı ve
İstihdam artışını engelleyici İş Güvencesi Yasası yürürlüğe girmeden işçi ve
işverenin birlikte hazırladıkları İş Kanunu Taslağını yasalaştırmalıdır.
Bu koşulların sağlanması ile Türkiye'nin hızlı bir büyüme sürecine gireceğine ve AB
standartlarını yakalayabileceğine inanıyoruz. Türkiye'nin bu tarihi fırsatı iyi
değerlendireceğini düşünüyoruz.
Türkiye'nin tramplenin ucundan güçlü bir hamle ile daha yukarılara
sıçrayacağına gönülden inanıyoruz.
KOÇ TOPLULUĞU'NUN ÖNCÜLÜĞÜ
Mart ayında sizlerle paylaştığımız stratejik planımızı da Türkiye'nin geleceğine
duyduğumuz inanç ile şekillendirmiştik.
Koç Topluluğu küreselleşme yolunda ve AB ile uyum konusunda Türkiye'de öncülük
yapmakta ve yabancı sermayeyi Türkiye'ye çekmek konusunda görevlerini yerine
getirmektedir.
Öte yandan gerektiğinde başka ülkelerde yatırımlar yapmak suretiyle yeni ufuklar
açmayı da sürdürmekteyiz.
Gelelim Koç Topluluğu ile ilgili gelişmelere.
Geçen toplantımızda sizlere stratejik planımızla ilgili detaylı bilgi vermiştim.
Şimdi de sizlere bu doğrultuda attığımız önemli adımlar ve gelişmeler hakkında bilgi
vermek istiyorum.
Dayanıklı Tüketim Grubumuzdaki strateji, daha evvel de size bahsettiğim
gibi, yurtiçinde liderliği sürdürürken yurtdışında da fabrika ve marka alarak
büyümek ve Avrupa'nın en büyük üreticilerinden biri olmaktır.
- Arçelik, bu plan doğrultusunda Almanya'daki Blomberg, Avusturya'daki
Elektra Bregenz ve Romanya'daki Arctic şirketleri ile İngiliz Leisure ve Flavel
markalarını bünyesine katmıştır. Arçelik bu satın almalarla, Elektra Bregenz'in
Tirolia markası dahil, altı yeni markayla birlikte Almanya, Avusturya, Belçika,
İngiltere, Danimarka, Hollanda, Romanya ve Doğu Avrupa ülkelerinde ilave
pazar payı ve yıllık 250 milyon €'dan fazla ciro kazanacaktır. Arçelik bu
stratejisi ile, yurt dışı pazarlarda "pazar payı satın alan" bir Türk şirketi
olmuştur.
- Beko Elektronik ise Avrupa'nın en önemli markalarına televizyon üretimine
devam etmektedir. Bu şirketimizin toplam üretimi 4 milyon adede ulaşacak ve
Beko Elektronik bu yıl Avrupa'nın üçüncü büyük televizyon üreticisi
konumuna gelecektir.
Yaptığımız plana göre Otomotiv şirketlerimizin Avrupa'nın üretim merkezi
olmasını ve iç piyasada liderliğini korumasını hedefliyoruz. Bu gruptaki
şirketlerimiz de bu plan doğrultusunda faaliyetlerine devam etmektedirler.
- Kocaeli'de 750 milyon € yatırımla kurulan yeni fabrikasında üretime başlayan
Ford Otosan, Transit Connect modeli ile Temmuz ayında ihracata başlamıştır.
Bu fabrikaya 2004 yılına kadar yapılacak 200 milyon € ilave yatırımla
kapasitemizi artırarak Belçika Genk'teki Transit üretimini Kocaeli'ne
kaydırmayı ve ihracatımızı sadece Ford Otosan'da yıllık 1.5 milyar €'ya
çıkarmayı hedefliyoruz.
- Tofaş, Nisan ayında yeni modelleri Albea ve Yeni Palio'yu, Haziran ayında
da Yeni Marea'yı pazara sunmuştur. Bu modellerin yanı sıra devam eden
ihracata yönelik modeller ile bu yılki ihracatın 750 milyon €, 2003 yılında da
800 milyon € olmasını bekliyoruz. Tofaş ürettiği Doblo marka hafif ticari araç
ile kalite ve fiyatta rekabet gücünü kanıtlamıştır. Tofaş'ın kapasitesi yeni bir
modelin daha üretilmesine izin vermektedir. Bu nedenle ihraç amaçlı olarak
Doblo'nun yanında yeni bir modelin daha üretimine geçilmesine çaba
harcanmaktadır. İç pazarın canlandırılması ile böyle bir olanağa
kavuşacağımıza inanıyoruz.
- Tüm tasarım ve mühendisliği Otoyol ekibi tarafından gerçekleştirilen ve
Otoyol'un Adapazarı fabrikasında üretilen yeni midibüs Iveco Eurobus Mayıs
ayında piyasaya sunulmuş ve kullanıcıların beğenisini kazanmıştır.
- Türk Traktör'deki mühendislerimizin yürüttüğü çalışmayla tasarlanarak
üretime alınan yeni seri traktörlerin lansmanı Nisan ayı başında yapılmıştır. Bu
traktörler New Holland ve Case markaları ile Dünyanın dört bir yanında
satılmaya başlanacaktır. Avustralya, Çin, ABD gibi ülkeleri kapsayan çok geniş
yelpazedeki pazarlara satışı gerçekleştirilecek olan bu traktörümüz dış
pazarlarda beğeni kazanmış ve 2003 yılı siparişi beklenenden %100
fazlasıyla gerçekleştirme aşamasındadır.
Perakende sektöründeki stratejimiz, yurtiçinde liderliği korurken, Rusya
başta olmak üzere yurtdışı pazarlarda da büyümeyi hızlandırarak lider
konumumuzu sürdürmektir.
Bu doğrultuda yatırımlarımız bu yıl da devam etmektedir. Yıl sonuna kadar
Migros'un yurt içi mağaza sayısı 445'e ulaşacaktır. Yurt dışında ise Migros
Ramstore adı altında yılbaşından bu yana 6 mağaza açmış olup yıl sonuna
kadar 6 yeni mağaza ve 2 yeni alışveriş merkezi açmayı hedeflemektedir.
Böylece toplam mağazalarımızın yurtdışında 27'ye, alışveriş merkezlerimizin
ise 6'ya ulaşmasını planlıyoruz.
Bu kapsamda yeni bir alışveriş merkezini daha Eylül ayında ortağımız Enka ile
birlikte açtık. Ayrıca Moskova'daki beşinci ve en büyük alışveriş merkezimizin
de temelini attık. 40 milyon € yatırımla tamamlanacak bu merkez yıl sonunda
hizmete girmiş olacaktır.
Mayıs ayında Avrupa'nın en verimli çalışan finans kuruluşlarından Unicredito
ile %50 ortaklık prensibine göre finans sektöründeki şirketlerimizi kapsayan bir
anlaşma imzaladık.
Koçbank bu ortaklık ile ülkemizin ihtiyacı olan uluslararası standartlardaki
hizmetleri geliştirerek özellikle perakende piyasasında hızlı büyümeyi
hedeflemektedir.
Bu anlaşma sadece Koç Topluluğu'na değil, ciddi bir yapısal değişim
geçirmekte olan Türk bankacılık sistemine de yabancı yatırımcıların
güvenini göstermesi bakımından önemlidir.
İnşaat Grubumuzda; Demirdöküm geçtiğimiz yıl ihracat yapmaya başladığı
Çin'deki potansiyeli görerek Çinli radyatör üreticisi Chung Mei ile Temmuz ayı
içinde bir üretim anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşmayla Demirdöküm çelik
radyatör üretimini Çin'e taşımaktadır. Kurulacak şirket önümüzdeki
dönemde Uzakdoğu'da Çin dışındaki diğer pazarlara da satış yapmayı
hedeflemektedir.
Bilgi Grubumuzun Türkiye'de bilişim sektöründe öncü olmayı hedeflediğini
daha önceki toplantımızda sizlere duyurmuştum. Türk Telekom ile birlikte
Bulgaristan Telecom'un özelleştirme ihalesine geçtiğimiz haftalarda girilmiştir.
Bu ihalenin lehimize sonuçlanması durumunda bu grubumuz da stratejik
planımız doğrultusunda önemli bir adım atmış olacaktır.
Diğer yandan bu grubumuz, tüketiciye en yakın topluluk olma yolundaki
temamız çerçevesinde CRM konusunda bir şirket kurarak, şirketlerarası
bilgi paylaşımı ve kişiye özel promosyon konusunda dünyada bir ilki
gerçekleştirecektir. Yakında bu yeni şirketimiz ile daha yakından
tanışacak ve yeniliklerini ilgi ile izleyeceksiniz.
Geçen toplantımızda sizlere bazı sektörlerden çekileceğimizi söylemiştim. Bu
doğrultuda Good Year şirketindeki hisselerimizi devir ettik ve otomotiv lastikleri
üretiminden çekildik. Ancak lastik dağıtımına Oltaş şirketimizde Continental
markası ile sürdürmekteyiz.
Yıl sonuna kadar Stratejik Planımıza uymayan 4-5 şirketten daha çekilmiş, 8
şirketimizde de birleşme aşamasına gelmiş olacağız.
Bu arada İstanbul Sanayi Odası'nın açıklamış olduğu 2001 yılı "Türkiye'nin 500
Büyük Sanayi Kuruluşu" araştırma sonuçlarını hatırlatmak istiyorum.
Geçtiğimiz yıl özel sektör sıralamasına göre, Tofaş Türk Otomobil Fabrikası birinci,
Arçelik ise ikinci sırada yer almıştır. Araştırma sonuçlarına göre Koç Topluluğu, 19
şirketi ile ciro, kâr, ihracat ve çalışan sayıları ile geçen yıllarda olduğu gibi
Türkiye'nin en büyük sanayi grubu olma özelliğini sürdürmüştür.
Görüldüğü gibi Koç Topluluğu olarak Türkiye'nin geleceğine olan güvenimiz
çerçevesinde ağır ekonomik krize rağmen yatırımlarımızı sürdürüyoruz. Geleceğe
güvenimizi sözler ile değil yapmakta olduklarımız ile ortaya koyuyoruz.
BAŞARILI BİR MALİ DÖNEM
Ağustos sonu itibariyle aldığımız sonuçlara bakacak olursak,
İMKB 30 endeksi; Türkiye ve Dünya'daki gelişmelere paralel olarak, 30 Eylül
itibariyle, yılbaşına göre € bazında %50, Koç Holding piyasa değeri ise %36
gerilemiştir.
Koç Topluluğu satışları ilk sekiz ayda 6,2 milyar € ile geçen yılın aynı
dönemine oranla % 8 artmıştır.
İhracatımız geçen yılın % 35 üzerinde 1,5 milyar €'dur, ihracatımızın yıl
sonunda ulaşacağı rakam 2.5 milyar € ile Türkiye'nin toplam ihracatının
yaklaşık % 8'i olacaktır.
Yurtdışı şirketlerimizin cirolarını da ilave edersek toplam yurtdışı satışlarımız
da geçen yılın % 30 üzerinde 1,8 milyar € olmuştur. Yıl sonu yurt dışı
satışlarımız ise 3.1 milyar € seviyesine yükselecektir. Yurt dışı satışlarımız yıl
sonunda toplam satışlarımızın %34'üne ulaşacaktır.
Geçen yıl zarar gösteren Topluluk vergi öncesi neticesi bu yıl 176 milyon €
kâra geçmiştir.
Geçen yılın aynı ayında 45,943 olan personel sayımız ise bu yıl 2,879 kişi
artışla 48,822'ye ulaşmıştır. (% 6,3)
Bu tabloda bahsettiğim tüm ciro ve kâr göstergeleri enflasyondan arındırılmış
Uluslararası Muhasebe Standartlarına göre hesaplanmıştır. Dolayısıyla
enflasyonun etkisiyle tablolara yansıyan ve gerçek olmayan kârların tümü
arındırılmıştır. Bu noktada tüm Türk iş dünyasının da benzer uygulamaya
geçerek Batı standartlarına yakınlaşmaya katkıda bulunmalarını diliyorum.
HALKA EN YAKIN TOPLULUK
Değerli Basın Mensupları,
Koç Topluluğu geçen toplantımızda sizlere aktardığım stratejik plan doğrultusunda
"tüketiciye en yakın topluluk" olarak, sürdürülebilir bir karlılık ile, dünyanın en büyük
200 şirketi arasına girme hedefine doğru ilerlemektedir.
Koç Topluluğu küreselleşen ekonomi içinde iyi bir oyuncu olmak çabasındadır ve tüm
çabalarımız Koç Topluluğu şirketlerinin Dünya'nın bu bölgesinde ciddi oyuncular
olmasını sağlamaktır.
Önümüzdeki dönemde Koç Topluluğu yeniden yapılanma sürecini adım adım
gerçekleştirecektir. Hedef her bulunduğumuz sektörde lider veya ikinci konumda
olabilmektir.
Bu nedenle Koç Topluluğu, güçlü olduğu sektörlerde odaklanacak ve büyüyecek;
daha az iddialı olduğu sektörlerde ise küçülecektir.
Ancak bu büyük değişimi yaparken bazı yönetim prensiplerimizden de hiçbir zaman
vazgeçmeyeceğiz.
İş etiği
Şeffaflık
Güvenilirlik
Profesyonellik
Kurumsal Vatandaşlık
gibi kavramlar bu topluluğun kuruluşundan beri varolan temel değerlerimizdir ve
kurucumuz Vehbi Koç'un bize bıraktığı en önemli mirastır.
Son dönemlerde önce Japonya ve Güney Kore gibi uzakdoğu ülkelerinde, sonra
Amerika Birleşik Devletlerinde bazı şirketlerde ortaya çıkan mali skandallar Kurumsal
Yönetişimin (Corporate Governance) önemini bir kere daha ortaya çıkarmıştır.
Türkiye'de bankacılık sektörünün geçirdiği büyük sarsıntı da buna başka bir örnektir.
Türkiye yakın bir zamanda tüm kurumlara biraz önce sözünü ettiğim prensiplere
uyma zorunluluğunu getirmek durumunda kalacaktır.
KENDİMİZE VE TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNE GÜVENİYORUZ
Koç Topluluğu,
İyi yönetişim (good governance) prensipleri gereği şeffaflık ilkemiz
doğrultusunda UMS standartlarını ülkemizde kanuni zorlama olmadan, gönüllü
olarak benimseyerek, iş sonuçlarını kamuoyu ile paylaşan ilk topluluk
olmuştur.
Yönetimde profesyonelliği benimsemiş ve 13 üyeli Koç Holding Yönetim
Kuruluna 3'ü uluslararası deneyim sahibi 7 profesyonel üye atamıştır.
Tüm sosyal ortaklara karşı duyduğu sorumlulukla tüm kurum ve kuruluşlara
örnek olacak şekilde yasalara ve etik kurallara kayıtsız şartsız bağlı kalmıştır.
Koç Topluluğu bu ilkeler sayesinde müşterileriyle, ortaklarıyla ve yatırımcılarla uzun
vadeli, güvene dayanan ilişkiler kurmuş, en zorlu ekonomik koşulların olduğu
dönemlerde bile yatırımlarına devam ederek 76 yıldır varlığını sürdürmüştür.
76 yıldır bu ilkelere bağlı kalarak, bugün de Türkiye'nin geleceğine güveniyoruz
ve bu gelecek için çalışıyoruz.
* Basın toplantısında sunulan prezantasyona erişmek için lütfen buraya tıklayınız.